Batı Avrupa’da Genç Müslüman Olmak

medrese 1

Almanya’da hâlihazırda 2 milyona aşkın genç Müslüman, yani 27 yaş ve aşağısı, yaşamaktadır. Bu gençlerin büyük çoğunluğu Almanya’ya 60 sene evvel çalışmak için gelen neslin torunları olarak kültürel ve dini kimliklerini muhafaza etme sorunu ile karşı karşıyadır. Öyle ki Almanya’nın sunduğu rahat hayat şartları, tüketici toplumun maruz kaldığı yalnızlaşma ve sosyal körelme ve dolaysıyla maneviyata yapılan kesif ve müselsel ideolojik taarruzlara karşı koyabilmenin temel şartı, zaman ve mekânı kavrayan ve sürekli teyakkuzda olan bir kimlik şuurunu ve inkişafı, geleneğe bağlı olarak gerçekleştiren bir mücadele ruhudur. Mevcut duruma bakıldığında başta Almanya ve Avusturya olmak üzere Batı Avrupa’da yaşayan Müslümanlar en zor günlerini yaşamaktadırlar. Batı Avrupa’da günden güne artarak toplum üzerine etkisini gösteren kimlik buhranı ve değer yozlaşması, o ülkelerde yaşayan insanları aşırı görüşlere, kavgalı kimliklere ve ötekileştiren hayat bakışlarına itmektedir. Yükselen aşırı sağ partiler ve hız kazanan İslam karşıtı popülist akımlar bu gidişatın en bariz göstergeleridir. Mülteci krizi, Ortadoğu’daki çıkar savaşları ve güçlenen bir Türkiye Batı Avrupa’nın medyasında duygusal bir üslup ile ele alınması ve istidlali eleştiriler yerine tahkir yöntemi ağır basması, halk nezdinde Türkiye ve dolaysıyla İslam düşmanlığın artmasında ciddi bir etkendir. Bu baskılar özellikle genç nesillerde ciddiye alınması gereken olumsuz etkiler yaratmaktadır. Gençlerin istikballerini tehlike altında gören bir kısım veliler ne yazık ki çocuklarını Müslüman cemaatleri içinde hizmet etmemeye, yani ‘sakıncalı’ olarak algılanacak çabalardan uzak durmaya teşvik etmektedir. Öteki yandan baskılar sonucunda aşağılık duygusu yaşayan gençler kültürel değerlerinden uzaklaşmayı ve dini değerlerini de ‘liberal’ olarak tanımlanan ‘evcilleşmiş’ bir seviyeye indirgemeyi tercih etmektedirler. Bu gidişatın önüne geçmek ise geçmişi iyi anlamak, bugünü doğru anlamlandırmak ve yarın için isabetli tedbirler almaktan geçer.
Dünya tarihin son bir asrına baktığımızda, Batı Dünyasında ‘aydınlanma’ çağından itibaren hızla gelişen kapitalizm ve sosyal darvinizm ve sebep olduğu nasyonalizm, sömürgecilik ve manevi çöküntü, milyonlarca insanın savaş, açlık ve zülüm altında can vermelerine sebep olduğuna tanıklık etmekteyiz. Bugüne geldiğimizde ise insanların mevcut sistemden duydukları rahatsızlığın kendilerini aşırı sol ve aşırı sağ görüşlerine sürüklediğini veya insanların tamamen köreldiklerini ve sorgulamayan tüketici olarak karşımıza çıktığını görmekteyiz. Bu gidişatın önümüzdeki 10 sene içinde hız kazanacağı, özellikle yeraltı kaynakları ve Batı’nın ideolojik hâkimiyeti için özellikle Afrika ve Müslüman Dünyasında savaşların ve zulmün artacağı aşikârdır. Bu gidişatın en büyük engeli ise insanı bir kaynak olarak değil tam tersine varoluşun ana gayesi olarak kabul eden ve bu sebeple insanı merkeze koyan İslam anlayışıdır. İslam’ın var olduğu topraklarda her ne kadar teknolojik, kültürel, sanatsal ve benzeri alanlarda seviye düşükse, İslam dinin kendisi insanlara aşıladığı sağduyu, vicdan, yardımlaşma ve hoşgörü, sömürgeci zihniyetin yayılması için büyük bir engel teşkil etmektedir. O yüzdendir ki önümüzdeki on yıllarda da İslam saldırıların merkezinde olacaktır. Somut olarak Batı Avrupa’da bu gidişatın tezahürleri ‘Ilımlı İslam’, ‘Euro İslam’ ve ‘Liberal İslam’ projelerine verilen destekler, İslam geleneğine dayalı kurumlar ve çalışmalara ve insanların kalplerini fethedecek tasavvuf hareketlerine koyulan engeller ve özellikle genç Müslümanları kazanmak ve devşirmek amaçlı ortaya çıkan devlet destekli İslam projeleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çalışmaların önüne geçebilmek için Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu’nun ‘eylemeyi bilmek (ilim)’, ‘Eylemeyi istemek (irade)’ ve ‘eyleyebilmek (kudret)’ olarak özetlediği üç alanda genç Müslümanlara yatırım yapmak elzemdir. Ancak zaman ve mekâna hâkim, tarih tecrübesi derin ve olgu olayları güçlü bir bilgi süzgecinden geçirebilen bir Müslüman gençlik, bugünü anlamlandırma ve yarın için sağlıklı bir tasavvur geliştirmeye muktedirdir. ‘Neyi’, ‘neden’ ve ‘nasıl’ sorulardan yola çıkıldığında, ilim doğrudan ‘neyi’ sorusunun cevabıdır. ‘Neden’ sorusu dert sahibi ve sorumluluk duygusundan geçer. Eylemeyi istemek bu anlamda mesuliyet duygusuyla doğrudan bağlantılıdır. Mesuliyet duygusunu idrak boyutuna çıkaran tetikleyici unsur ise yine ilim, yani mevcudun ve geçmişin bilgisidir. ‘Neyi’ ve ‘neden’ sorularını cevaplayabilsek bile hareket alanı geniş, maddi altyapısı sağlam ve bedel ödemeyi kabullenmiş şahsiyet ve kurumların sayısı çoğalmadıkça, kısa ve orta vadede bütün taarruzlar karşısında ciddi kayıplar vermeyi hesaba katmamız gerekir.
Bugün ilim, irade ve kudret alanlarına Batı Avrupa’da yaşayan Müslüman gençler olarak baktığımızda, özellikle ilk neslin gayretleriyle muazzam müesseselerin ve kurumların kurulduğunu ve bu neslin irade konusunda çıtayı çok yükseğe koyduklarını söyleyebiliriz. Lakin bugün itibariyle dışarıdan gelen taarruzlar ne kadar kesif olursa olsun kendi elimizde olan özellikle ilim ve dolaysıyla irade alanında zayıf kaldığımızı kabul etmeliyiz. Eleştirdiğimiz ‘ötekileştirme’ mantığıyla Dünyayı ve yaşadığımız toplumu ele almaktan öteye gidemeyen, tecessüsünü kaybetmiş ve bilgiden çok duyguları ile hareket eden bir nesil olmaya doğru hızlı adımlarla ilerlemekteyiz. Oysa güncel olgu olaylara tepki veren değil daha önce tedbir almış ve dolaysıyla Allah’ın takdirine layık olan bir nesil olmak genç Müslümanların başlıca vazifesidir.

Mehmet Alparslan Çelebi
Blogger / Social Activist / Refugees Activist / Speaker for Topics on Muslim & Turkish Identity in EU